“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme”

 

وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحًاۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولًا ﴿٣٧﴾

37- Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin.

 

Yeryüzünde kendinizi bir şey zannederek, sakın böbürlenerek, kibirlenerek, yürümeyin. Ne kadar da sert ve haşin yürürseniz yürüyün, unutmayın ki ne yeri delebilirsiniz, ne de dağları geçebilirsiniz.

Unutma ki bir gün Allah’ın emri geldiği zaman yıkılıp gideceksin. Hayatı elinde olmayan, varlığı kendisinden olmayan, ölümü de kendisinden olmayan bir varlık nasıl olur da yaratıcısına kafa tutabilir? Dün doğduğun zaman hiçbir şeyin yoktu, yarın öldüğün zaman da hiçbir şeyin olmayacak. Toprak olup gideceksin. Köyünle, kentinle, mülkünle, saltanatınla yok olup gideceksin. Hani senden öncekiler öyle olmadılar mı? Hani nerede onlar?

Allah Teala bu âyet-i Kerimede, böbürlenmeyi, yürürken çalımlı yürümeyi yasaklıyor, bunları yapan bir insanın, Allah Teala’nın, kâinata koymuş olduğu kanunlarda herhangibir değişiklik yapamayacağını, dolayisiyle kendisini yormaktan ve günah işlemekten başka bir iş yapmış olmayacağını beyan ediyor.

Peygamber efendimiz (s.a.v.), böbürlenen insanlar için şöyle buyuruyor.

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi cennete giremez. “Resulullahın bu sözünü duyan bir adam: “Kişi elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister.” deyince Resulullah: “Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, hak yemek ve insanları hakir görmektir.” cevabını verdi.

       BASAİRUL KUR’AN

Burada kibirli ve zorba insanların davranışları eleştirilmektedir ve sadece birey için değil İslâm toplumunun toplu tavrı için de geçerlidir. Bu hidayet ve yol gösterme nedeniyle, bu kurallar (manifesto) üzerine, Medine’de kurulan İslâm devletinin yöneticileri ve kumandanları her tür kibir, zorbalık, gurur, kendini beğenme, yüksekten bakma gibi özelliklerden uzak kalmışlardır. O denli ki, savaş alanında bile gurur ve kibire neden olacak en ufak bir söz bile sarfetmemişlerdir. Onların giyecekleri, yiyecekleri, evleri ve binekleri hep sade ve basit olmuştur. Bu nedenle onlar hiç bir zaman fethettikleri şehrin halkını kibir ve gururla korkutup ezmemişlerdir.

İnsan, kalbini bütün kullarına egemen olan yaratıcı bilincinden boşalttığı zaman elindeki serveti, iktidarı, kuvveti veya güzelliğiyle övünme. Böbürlenme hissine kapılır. Eğer elindeki tüm nimetlerin Allah tarafından kendisine verildiğini, Allah’ın gücü karşısında çok zayıf olduğunu hatırlayıp anlayacak olsa büyüklük taslaması söner, böbürlenmesi iner. Yeryüzünde şaşkın ve şımarmış bir şekilde değil, olgun bir şekilde gezinmeye başlar.

Kur’an-ı Kerim bu kendini beğenmiş, üstünlük taslayan, gururlu insanı zayıflığı, acizliği ve basitliğiyle yüz yüze getirir.

“Sen ne yeri delebilirsin, ve ne de dağlar kadar yükselebilirsin.”

Kur’an’ın kendisine çağırmış olduğu kibir ve böbürlenmenin ortadan kaldırılmasıyla oluşacak, alçak gönüllülük ve olgunluk insanın Allah’a karşı ve insanlara karşı edebini takınması ile gerçekleşecektir. Bu hem psikolojik ve hem de sosyal bir edeptir. Ancak kalbi dar, uğraşıları basit olan kof insanlar, bu edebi bırakıp böbürlenmeye ve kendini beğenmeye saplanabilirler. Böyle kimselerin şımardığından ve nimetini inkâr ettiğinden dolayı Allah’ın sevmediği gibi, kabardığı ve üstünlük tasladığı için de insanlar sevmezler.

     FİZİLALİL KUR’AN

Başa dön tuşu