Sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi

Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi. İsra/73
Bu ayetin önemini kavrayabilmek için, Hz. Peygamber’in (s.a) Mekke döneminin ilk on yılında yaşadığı olayları gözönünde bulundurmalıyız. Mekkeli müşrikler herhangi bir şekilde Hz. Peygamber’i (s.a) tevhidi inanç ve davetinden döndürmek ve onunla şirk ve cahiliye gelenekleri arasında bir uzlaşma yapması konusunda onu zorlamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu amaca ulaşmak için ona çeşitli şekillerde yaklaşıyorlardı. Ona tuzaklar kurdular, mal teklif ederek baştan çıkarmaya çalıştılar, tehdit ettiler, ona karşı iftiralar düzdüler, işkence yaptılar ve ona ve taraftarlarına karşı sosyal ve ekonomik boykot uyguladılar. Kısacası onu etkisiz kılmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
TEFHİMUL KURAN
Burada müşriklerin Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- çeşitli metodlar deneyerek bu amaçlarına varmak istediler… bu tekliflerden biri “Sen bizim ve atalarımızın bağlı bulundukları ilahları eleştirme, biz de senin ilahına kulluk yapalım.”
Bu tekliflerden biri de: “Onlardan bazılarının fakirlerin katıldığı oturumdan ayrılarak kendilerine bir oturum ayırmasını istemeleridir…
Ayeti kerimeler, detaylara girmeden bu girişimlere değiniyor. Yüce Allah’ın, peygamberi bu gerçek üzerinde sağlamlaştırması ve onu saptırmalardan koruması ile O’na ne kadar büyük bir lütufta bulunduğunu hatırlatıyor. Eğer Allah’ın desteği ve koruması olmasaydı onlara biraz meylederdi. Onlar da kendisini dost edinirlerdi. Sonuçta müşriklerin tekliflerini kabul ettiği için cezaya çarptırılırdı. Bu ceza hem hayatta hem de ölümden sonra katlanılacak olan bir cezadır. Bu durumda onların hiçbiri kendisine yardım edemez ve onu Allah’ın cezasından koruyamazdı.
Yüce Allah’ın peygamberini etkisinden kurtardığı bu girişimler, her zaman iktidar sahiplerinin dava adamlarını, yoldan çıkarmak için başvuracağı girişimlerdir. Dava sahiplerini yoldan saptırma uğruna ufak bir taviz için büyük servetleri feda ederler. Bazı dava sahipleri bu tekliflere kanabilirler. Zira bunun çok basit bir ödün olduğunu görürler. Yani iktidar sahipleri dava adamlarının davalarını bütünü ile bırakmasını istemezler. Tüm istedikleri, ufak tefek birtakım değişikliklerdir. Böylece her iki tarafın da yolun ortasında buluşma imkânını bulurlar. Şeytan dava sahiplerine, bu kanaldan sokularak davanın istikbali için birtakım ödünler verme karşılığında da iktidar sahiplerine, kazanmaları gerektiğini düşündürebilir!
Küçük de olsa davanın bir parçasından vazgeçmeyi, basit de olsa davanın bir tarafını gözden çıkarmayı kabul edebilen bir dava adamı daha önce vermiş olduğu bu ödünü durdurma imkânını kaçırmış olur. Zira bir adım geri çekildikçe teslim olma eğilimi daha da artar. Burada sorun davaya bir bütün olarak inanma sorunudur. Ne kadar küçük de olsa, davanın bir parçasından vazgeçebilen bir kişinin davasına gerçek anlamda iman ettiği söylenemez. Davanın her tarafı, her yönü inanmış insanın gözünde aynıdır. Davanın içinde “olmasa da olur” diye bir şey yoktur. Dava her yönü ile birbirini tamamlayan bir bütündür. Herhangi bir bölümünü yitiren dava, bir elementini yitiren bir bileşim gibi hiçbir özelliğini koruyamaz!
FİZİLALİL KUR’AN