NASIL BİR MÜSLÜMAN?

Müslüman’ın “Nasıl”ını Kur’an tanımlamış: Allah’ın kitabında emrettiği, Resulullahın yaşadığı, öğrettiği gibi bir Müslümanlık. Ona ön ya da son bir ek gerekmez. O sade ve yalın şekli ile İnsanı Belhum adal olmaktan kurtarıp, ekmeli mahlukat, eşrefi mahlukat olmaya yüselten, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olan bir Müslümanlık. Zaten başka bir Müslümanlık yok.
“Normal Müslüman” diye bir Müslüman tanımı olamaz. Ya da “İdeal Müslüman”. Norm’u koyan kim ona bakmak gerek, O Müslümanlık tanımını yapanın kim olduğuna bakmak gerek. Mesela devleti ele geçirip topluma kendi Normuna göre din dayatanların dini, o norm koyucu, İlahlık taslayan kişi ya da kurumun normali olan dindir. O “Allah’ın insanlar için, kulları için seçtiği din” değildir. Onun için zaten “TSE damgalı bir din” diye tanımladığım “Resmi din öğretisine yönelik eleştiriler”imi “Bu din benim değil” diye bir kitapta toplamıştım. O din İran’da Şiizm’e olur, Suudi Arabistan’da Vehhabizm’e, bir başka yerde Sufizm’e dönüşür.
Kim ki, dinine Allah’ın sözünden başka bir şey ekler ya da ondan bir şey çıkartırsa, kişi eklediği ve/veya çıkarttığı şeyle başbaşa kalır, din aradan çekilir. Ona bir şey ekleyen ya da ondan bir şey çıkartanlar aslında o dine inanan insanlara karşı İlahlık ve Rab’lik taslamış olurlar.
İdeal Müslümanlık derken o “idea” ne ki? İdea “fikir” demektir. Fikir tefekkür ürünüdür. Birinin düşüp kalıpladığı şey bizim dinimiz olamaz. O olsa olsa bir yorum olabilir. Dinin temeli ya da çerçevesi birinin fikri olamaz. Eflatunda duyular alemi ötesinde bir İde’ler alemi vardır. Orada mutlak adalet ve saf doğruluk vardır.
Din zanni bir konu değil. “İman” yaratılış’la birlikte içimizde varolan bir hakikattır. Kökünde “Elestü bezmi”, “Galu bela zamanı” vardır.
Bugün geldiğimiz noktada din, kültürel bir aidiyet, tarihi bir miras olarak algılanmaya başladı. Din ve Mezheb ırk’la sentezlendi. Türkler Sünni, İranlılar Şii, Suudlar Vehhabi oldu. Türk İslamı, Arab İslam’ı, Fars İslamı’ndan söz eder olduk. “Allah’ın dini”ni “Atalarımızın dini’ne dönüştürdük. Eş’ari’lik ve Maturidi’lik aslında ırklar arasında paylaşıldı sanki. Kimimiz “Mezhebçi” oldu, kimimiz “Tarikatçı”, kimimiz farklı Cemaatlar’la kendimizi ifade eder olduk. Hemen hepsi de “Fırka-i Naciye” olduğunu iddia eden, kendilerinden olmayanları dışlayan, hatta tekfir eden.
Ya hu, Sünni’lik, Şii’lik, Selefi’lik mezheb mi olur?. Bunların her 3’ü de temelde aynı dinin olmazsa olmazları değil mi? Sünnet’i ve cemaat’ı reddeden biri Müslüman olabilir mi?_ Ehlibeytten yana olmayan bir Müslüman var mı?, İslam’ın bütün olarak ilk uygulandığı dönemi yok sayarak nasıl bir Müslümanlıktan söz edilebilir.. Tabi, Türk tipi Sünnilik, Safevi Şia’lığı, Suud’un Vehhabiliğinden; avami Selefiliği’nden söz etmiyorum. Ya hu “Müslümanlık” bize yetmiyor mu? “Müslümancılık” da ne oluyor? Biz her zaman her yerde mazlumdan yana zalime karşı olacaktık, zalim babamızda olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Hani “Müslümanlar kardeşti”!. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiydik. İş “Hangi Müslüman” noktasına geldi. “Laikçi Müslümanlar” (!?) zaten dini, BİREYsel planda vijdanlara, toplumsal planda Mabed’lere hapsetme derdinde. Açık açık “Dinde Reform”dan söz ediyorlar. Dini, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültür dedikleri, “yaşam tarzı” kabul ettikleri alanda istemiyorlar. Bu fikri savunan CHP’liler kadar Liberal ve Milliyetçi kesimden kişiler ve topluluklar da var. Bu yolun yolcuları Deizm, Agnostizm, Şamanizm yolundan savrulup gittiler. Kimi kendilerine Moğollar’dan, Atilla’dan, Hulagu’dan, kimi Romüs-Romülüs’ten, Etrüsklerden kendine kök arıyor. Hepimiz Hz. Adem’den geliyoruz, onu unuttuk adeta. Kimi, Ham, Sam, Yafes’e takıldı kaldı. Oysa her yerde her zaman akıl, iman, adalet sahibi insanlar da var, cahil, zalim, kan dökücü insanlar da var. Bu hep böyle oldu. Bundan sonra da böyle olmaya devam edecek.
Hz. İbrahim Putperest Azer’in oğlu idi, Bir zevcesi Haacer, Firavunun hizmetkarı idi. Oğlu Hz. İshak’ın Hz. Yakub’un kardeşi Esav iman edenlerden değildi. Hz. İbrahim’in yeğeni olan Hz. Lut’a, Hz. İbrahim zamanında o kavmin hemen hemen tamamı helak edildi.
İlk ırkçı Şeytan’dır. O cinlerdendi. Cinler İnsanoğlundan önce dünyada yaşıyorlardı. İnsanlar onların yurtlarına yerleştirildi. İlk isyanlar toprak, yurt kavgası. İkincisi, onlar ateşten, insanlar topraktan yaratıldı. Ateşin topraktan üstün olduğunu savundular. İnsanların yaratılışında İlk haram, ilk günah Irkçılıktır. İlk lanet Şeytana’dır.
Bizim Müslümanlığımızı, Allah, Resul ve kitab temelinde yeniden gözden geçirmemiz gerekir.
Şeytan, İns’in ve Cin’in şeytanları, bu 3 konuda topyekun saldırı içindeler. Bunların dostlarını sosyal media’da her gün görebilirsiniz. Din ve ahlak’a saldırıyorlar. Fuhuş ve uyuşturucu, alkol ile insanların akıllarını alıyorlar. Onların din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmelerini sağlıyorlar. Siyaset, bürokrasi, Media, Sanat, eğitim, STKlar, gıda ve sağlık kurumları üzerinden ifsat faaliyetlerini her yere yayıyorlar.
Şu GlobalReset’çilerin bir 500 milyon insan hayali vardı. 8 Milyar insanın 7,5 milyarını, doğum kontrolü, toplumsal cinsiyet kimliği, gıda, ilaç, açı, ötenazi, savaş, kadınları çalışması, ailenin dağıtılması, salgın hastalıklarla nüfusu belli bir seviyeye çekmek istiyorlar. Dünyanın bu kadar nüfusu besleyemeyeceği, bu kadar nüfusun yönetilemeyeceği, astronomik bir takım hadiseler sebebi ile ancak beşyüz milyon insanın hayatta kalabileceği, diğer zaten yoksul, acılar içinde yaşayan insanlarda kurtulunmaması halinde, insan neslinin yok olabileceği savıyorlar.
Dünya nüfusunun 500 milyona çekilmesi fikri 1979’larda gündem oldu. Georgia Guidestones’ın “10 Emir”inin ilk maddesi budur. ABD’nin Georgia eyaletinde, Elbert County’de bulunan bu granit. Anıtın üzerinde, 8 halen kullanılan dilde (İngilizce, Rusça, Arapça, İspanyolca, Çince, Hintçe, İbranice, Svahili) ve 4 antik dilde (Babilce, Antik Yunanca, Sanskritçe, Eski Mısır hiyeroglifleri) ile yazılmış 10 ilke’de “insanlığın gelecekteki bir felaketten sonra yeniden inşa sürecinde rehber olması için” yazılmıştı. Bu uyarılar Hristiyanlık, ve Yahudilikle ilgili Kehanetlerle ilişkili idi. Bu ilkeler şunlar: İnsan nüfusunu 500 milyonun altında, doğayla uyumlu bir dengede tut. Beşeri üremeyi akıl, güç ve çeşitlilikle yönlendir. İnsanlığı yeni bir ortak dilde birleştir. Tutku, inanç, gelenek ve her şeyi akılla yönet. İnsanları ve ulusları adil yasalar ve tarafsız mahkemelerle koru. Tüm ulusların kendi iç işlerini çözmesine ve uluslararası anlaşmazlıkları dünya mahkemesinde halletmesine izin ver. Önemsiz yasalar ve gereksiz memurlardan kaçın. Kişisel haklarla toplumsal görevler arasında denge kur. Gerçeğe, güzelliğe ve sevgiye değer ver; sonsuzla uyum ara. Dünyanın kanseri olma, doğaya yer bırak”. Bu anıt 1979 yılında inşa edildikten sonra resmi olarak 22.3.1980 tarihinde açılmış. Anıtı kimin yaptırdığı tam olarak bilinmiyor ama “R.C. Christian” takma adını kullanan birileri tarafından Elberton Granit Şirketi’ne sipariş edilmiş.. Şehrin en yüksek tepesindeki Wayne Mullenix adlı bir çiftçinin arazisi üzerindeki bu anıt 6.7.2022 sabahı bir bombalı saldırı sonucu ağır hasar gördü. Saldırıyı kimin gerçekleştirdiği bilinmiyor. Daha sonra, 5.87 metre yüksekliğinde, 107.840 kg ağırlığında, 6 granit taştan oluşan, 4 büyük taş, bir merkezi sütun ve bir kapak taşından meydana gelen anıtı yerel yönetim aynı gün tamamen yıktı ve kaldırdı. Anıt, bugün bile hala tartışılıyor. Anıtın Satanizm, Yeni Dünya Düzeni ile bağlantılı olduğunu iddia edenler oldu. Kimi de bu anıtın insanlığın hayatta kalması için bir uyarı olduğunu savundu..
Sonunda görünen o ki, Şeytan da, onun dostları da bu kadar çok insanla uğraşmak istemiyorlar. 500 Milyon insan için “Yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat” vadediyorlar. İnsanın evrim süreci hızlandırılarak ve önü açılarak tanrı olabileceğini söylüyorlar. Dünya böyle bir Siber tehditle, Global bir fitne hareketi ile, ahir zaman fitnesi ile de karşı karşıya. Bunu da bir kenara not edelim. Chemtrails, 5G+, İklim yasası, İstanbul sözleşmesi, Lanzarote, Karbon ayak izi, akıllı şehirler vd. hepsi bu Şeytani planın bir parçası. CoVID, mRNA, PCR da aynı planın birer parçası idi.
Dinimizi Allah’a has kılmadan Allah’ın yardımı bize ulaşmayacak, Allah’ın gazabından yakamızı kurtaramayacağız. Ve korkarım yolun sonuna geldik. Gazab günü geldiğinde bizi liderlerimiz, örgütlerimiz, din büyüklerimiz Allah’ın gazabından kurtaramaz. Belki bir Hz. Yunus kavminin kurtuluşu gibi son gün aklımız başımıza gelir de kurtulanlardan oluruz. Yoksa bu gidiş hayra alamet değil. Bu ahval ve şerait altında kendimize bir çıkış yolu bulmamız gerek.
Bakın bizim görevimiz sadece kendimizi kurtarmak için bir şeyler yapmak değil. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. Unutmayalım ki, “kenar-ı Diclede bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir adli ilahi sorar Ömer’den onu”. Hiçbir Müslüman dünyada olup biten şeyleri görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Ve “bütün insanlığın hayırına olmayan bir teklif, bizim teklifimiz olmamalıdır” bu anlamda. Biz aynı şekilde Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmalıyız. Unutmayalım ki, bizi gören, duyan, bilen bir Allah var ve bildiklerimizle amel edecek olursak, o bize bilmediğini öğretecek.
Bizim bugün yaşamakta olduğumuz din, karı-koca, kardeşler, komşular arasındaki ihtilafı bile çözmüyor. Oysa Allah’ın dini, yeri-göğü, ölümü ve hayatı açıklar. Gelin vahye şahidliğimizi yeniden gözden geçirelim ve yeniden iman edelim. Selam ve dua ile.
Abdurrahman Dilipak
İSLAMİ HABER “MİRAT” -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ