‘Mütref’ bugün kime/kimlere tekabül ediyor?

Mütref
Erol Göka / Kritik Bakış
Biliyorum birçok aksi örnekler verenleriniz, dindar görünen insanların en azından bir bölümünün aslında söylediklerinin tam aksi tutumlar içinde olduklarını söyleyenleriniz olacaktır. Yine biliyorum verilen bu aksi örneklerin hemen tamamına ben de katılacağım hatta dayanamayıp onları destekleyen başka ilaveler yapacağım. O yüzden uzunca bir zamandan beri dindar görünmenin yetmeyeceğini, dindar görüntüye inanmanın sakıncalarını, eleştiri ve özeleştiri erdemlerine sahip olmaksızın “dindarlık”tan bahsedilemeyeceğini anlatmaya çalışıyorum. Buna rağmen diyorum ki: Ekonomik adaletsizliklerin çözümünde toplumsal ve hukuki mücadelenin yanı sıra maneviyat temelli bir bakış şart. Hem haset, açgözlülük ve tamahkarlığa, israfa, istifçiliğe, faiz ve tefeciliğe karşı mücadelede ahlaki erdemlere dayanmak hem kanaatkarlığa, infak ve dayanışmaya varoluşsal bir destek sağlamak için maneviyat gerekli. Ama bunun için öncelikle dinin doğru anlaşılması, nefs olgunlaşmasını, kişilik dönüşümünü amaçlamayan sadece farziyeti yerine getirmekle yetinilen dini rükünlere bakışımızın onarılması icap ediyor; dindarlıkla birlikte mutlaka anılması gereken erdemleri, bu yazının başlığı olan “mütref” gibi görüntüde dindarlığın çanına ot tıkayan kavramları hep gündemde tutmak gerekiyor. Açmaya çalışayım.
İslamiyet zenginliğe karşı mı?
Kuran-ı Kerim’deki “mütref” kavramı, sosyoekonomik bir hayat tercihiyle ilgili görünüyor. Tefsir kaynaklarında “mütref”, “bol nimet içerisinde yaşayan, bu nimetleri, Allah’ın rızasına muhâlif bir şekilde kullanmanın neticesinde O’nun gazabına çarptırılan, refah ve zevk peşinde koşan, Allah’ın verdiği çeşitli nimetler içerisinde yaşarken şımaran, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma gibi dini görevleri terk ederek, cenneti unutup dünyayı tercih eden ve ahireti terk edip dünyanın zevk ve lezzetlerine dalan, hayatın tadını çıkarmaya çalışırken, hayatında ahlâkî endişelere pek yer vermeyen ve benzeri kişiler” olarak tanımlanıyor. (aktaran Nurettin Turgay, Bilimname XII, 2007/1, 75-99) Bu tanımlardan yola çıkan kimi münevverler, İslamiyet’in zenginliğe ve zenginlere karşı tutumunun ne olduğunu ele alırken haklı olarak “mütref” kavramı çerçevesinde değerlendirmeler yapıyorlar. Bunlardan bazıları gerçekten de sadre şifa niteliğinde ve onlardan birisini rahmetli Faruk Beşer Hoca yazdı (bakınız. (https://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/kuranikerim-zenginlere-ve-zenginlige-karsi-midir-2044989)
Faruk Beşer Hoca, “sadece belli ayetleri bir ön yargı ile okursanız” Kuran-ı Kerim’in zenginlere ve zenginliğe karşı olduğu sonucu çıkarabilirsiniz, diye söze başlıyor ve şunları söylüyor: “Gerçekten de Kuran-ı Kerim’e göre yeryüzündeki fesadın çoğunun sebebi, sefahat içinde yaşayan zenginlerdir. Böyle olanlar için pek çok ayette ‘mütref’ kavramı kullanılır. Mütref, bolluk içinde sorumsuz ve şımarık bir hayat yaşayan, böylece Allah’ı ve O’na kulluğu unutan, sonuçta da insanları yoldan çıkaran varlıklı kimse demektir. Buna kapitalist de diyebilirsiniz. ‘Bizim bir ülkeyi helak etmeye karar vermemiz, oranın şımarık müreffehlerine emrimiz ulaştığı halde onların orada isyan yaşamaları sebebiyledir, böylece onlara sözümüz hak olmuş olur ve oranın altını üstüne getiririz’ (İsra/ 16). Bunun gibi ibadetten uzaklaşmanın, Allah’ı anmamanın/zikir, zayıfların ezilmesinin, servetin bir dûle, yani yoksulları ezen zorba bir güç haline gelmesinin baş sebebi ve aracı, hep hesabı verilmeyen, kullanılmasının bir ölçüsü ve sınırı olmayan zenginlik olarak gösterilir.
Ama Kuran-ı Kerim’in hiçbir yerinde bizatihi servet ve zenginlik, ya da zenginler kötülenmez. Bütün kötülük servetin sağladığı imkânın zayıfları ezmede ve Allah’a isyanda kullanılmasıdır. Böyle olursa zenginlik insana fakirlikten daha çok günah işleme fırsatı vermiş, böylece de zengin fakirden daha kötü durumda olmuş olur. Oysa dünya bütünüyle insan için yaratılmıştır. Hedefini şaşırmadan kul onun hepsine de malik olabilir… Yani mal aslında Allah’ın bir lütfudur, fazlıdır. Belki en önemlisi de Kuran-ı Kerim’in servet için ‘kıyam’ tabirini kullanmasıdır. ‘Allah’ın sizin için kıyam olarak yarattığı mallarınızı onu kötüye kullananlara bırakmayın (Nisa/ 5). Kıyam, hem ayağa kalkabilme, hem de ayakta durmayı sürdürebilme demektir. Yani düşmüşseniz dünyalığa sahip olmadan ayağa kalkamayacağınız gibi, ayakta iseniz, böyle kalmayı da ancak malla sürdürebilirsiniz. O halde bütün mesele serveti kazanmanın meşruiyeti, kazandıktan sonra da onun kontrolünü sağlayabilme meselesidir. Kısaca dünyayı mamur edenler de, berbat edenler de zenginlerdir.”
Evet ama yetmez!
Bu değerlendirmelere kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum ama “dünyayı mamur edenler de, berbat edenler de zenginlerdir” deyip geçemeyiz; zenginliğin hangi amaçlarla nasıl kullanılması gerektiğini öğütlemekle yetinemeyiz. Özellikle modern dünyada zenginlik ve sınıf kavramı üzerine devasa ideolojiler, güçlü sosyolojik ve siyasi kavramlar üretilmiş, kıyamet kopuyorken, mezarlıkta şarkı söyleyerek ilerlercesine belagati yüksek ahlaki bir terminolojiyle konuyu geçiştiremeyiz. Böyle yapmamış olsaydık, İslam dünyasında “dünyayı berbat eden zenginlerin kimlerin olduğu” hakkında muazzam bir literatür olması gerekirdi.
Oysa şimdi bırakın literatürü, zekatın ne olduğu ve nasıl verilmesi gerektiği hakkındaki yine belagati yüksek ahlaki terminolojiyi geçemeyen birkaç eser dışında yaprak kıpırdamıyor. Faruk Beşer Hoca, kapitalistleri “mütrefler” olarak niteliyor ama bir Allah kulu çıkıp da gerçekten öyle midir diye sormuyor. Sanki Müslümanların inandıkları kitabın zenginlikle ilgili ifadeleri hakkında asla konuşulmamalı gibi tuhaf ve anlaşılmaz bir söz birliği edilmiş gibi bir manzara var. Tıpatıp “mütref” tanımına uyan, çalışanlarına adil bir biçimde haklarını vermeyen ama aynı zamanda kendilerini “Müslüman” diye tanımlayan, hatta muhafazakar olduğunu söyleyen kimseler olduğunu hepimiz biliyoruz. Hocanın “kapitalistler” deyip geçtikleri arasına bu kimseler de giriyor mu? Ne soran var ne soruşturan. Çöl sıcağında kış uykusundan yıllardır başını kaldıramayan bir rehavet içinde Müslüman düşünce dünyası ve akademi. Bu bir…
İkincisi, ilahiyatçının işi nispeten kolay, haklı olarak üst perdeden konuşuyor ve birçok farklı şeyi aynı bohçada toplamakta bir sakınca görmüyor ama olup biteni ayrıntılarıyla anlamak isterseniz, ortalığı birden toz duman kaplıyor, olup biteni sarahatle görmenizi engelleyen bazı güçlükler beliriyor. Göz gözü görmüyor… Mesela kapitalizm ile birlikte -ki ortaya çıkışı tüm kitaplı dinlerden epey sonradır- “zenginlik” ve “biriktirme” kavramları tümüyle ve köklü bir biçimde değişmiştir. Paranın ve ticari sermayenin önceden de olduğu biliniyor. Ama kağıt para ve sanayi burjuvazisi, tamamen faize dayalı bir ekonomik sistem, tarihte sadece kapitalizm ile birlikte ortaya çıktı ve sistemin içinde yaşıyorsanız zenginliğiniz tamamen bunlarla ilgili olmak zorunda. Sistemin içinde kaçıp kurtulduğunuzu sanan sahte (pseudo) bir paralel alt-sistem üretebilirsiniz ama buna sizden başka kimse, özellikle sistemin egemenleri inanmaz. İşte böyle bir sistem içinde “zengin” ve “zenginlik” derken neyi kast ediyorsunuz? Mesela üretimden tamamen çıkmış, para alıp satmakla semirmiş finans-kapital unsurları bunlara dahil mi? Anlayamıyoruz. İster istemez anlamadan inananlardan oluyoruz.
Yanlış anlaşılmasın mesele İslam’da zenginlik savunusu ya da zenginlik düşmanlığı değil. Biz asıl kendimizi buraya sıkıştırarak hata yapıyoruz. “Kapitalizm şartlarında Müslüman dünyada neler yaşanıyor ve bunlar inancımızı nasıl etkiliyor, bu durumda ne yapılması gerekiyor?” mutlaka düşünmeye, yazmaya, konuşmaya buradan başlamak gerekiyor ama maalesef Müslüman düşünürler ve başta ilahiyatçılar olmak üzere akademikler üstlerine düşeni yapmıyor, tembel davranıyor, rahvan yol alıyorlar. Söylemek istediklerim asıl bunlardır.
Bu yüzden kendi adıma “Kuran-ı Kerim zenginliğe ve zenginlere cevaz verir ama şu şartla…” gibi ifadelerle konuşmak yerine İslamiyet’in kapsayıcı ruhunu yansıtan “infak etmek”, “kanaatkarlık” gibi erdemlerin başlığı altında söz almayı tercih ediyorum. Anlamadan inananlardan, sorgulamayan suskunlardan olmamak için hiç değilse inandığım ve nispeten bildiğim mahallelerde dolanıyorum. Eğer bir gün ben yaşarken, Müslüman dünyada sınıfların mevzilenmesi ve tüketim biçimleri hakkında düşünceler, akademik yayınlar yapılırsa onların temelini oluşturan psikolojiler hakkında yazarım diye avutuyorum kendimi…