İsrail’in nükleer cephaneliği hakkında neler biliniyor?

Halid Abdurrahman, Muhammed Enes Öztürk | Mepa News
İsrail, Ortadoğu’da nükleer silahlara sahip tek devlet olmasına rağmen, uzun süredir devam eden “nükleer belirsizlik” politikası nedeniyle, sahip olduğu nükleer silahlara dair oldukça az detay biliniyor.
İsrail 1968’de imzalanan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın da tarafı değil. Ayrıca, temel nükleer faaliyetlerine ilişkin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) güvencelerini de kabul etmiyor.
İsrail eski ABD Başkanı John F. Kennedy döneminde nükleer tesislerinin denetlenmesine “yalnızca ABD’li uzmanlardan bir ekibin olması halinde” izin vermiş ancak bu denetimde de tesislerin oldukça küçük bir kısmını açmış kalan kısımları ise denetimcilerden gizlemiştir.
Kennedy döneminin ardından İsrail’in nükleer çalışmaları tamamen denetimsiz hale geldi.
İsrail’in nükleer çalışmalarına dair bilinenler daha ziyade uzman tahminlerine, sızdırılan bilgilere, İsrailli itirafçılara ve uydu görüntüleri gibi verilere dayanıyor.
İsrail’in nükleer enerji kaynağı ne?
İsrail’in nükleer silah programında kullanılan plütonyum, Fransa’nın yardımıyla inşa edilen (1958-1964) bir reaktörde üretiliyor. Negev Nükleer Araştırma Merkezi’ndeki IRR-2 araştırma reaktörü genellikle reaktöre ev sahipliği yapan Dimona şehriyle anılıyor.
Bu reaktör resmi olarak 26 megawatt gücünde bir termal reaktör, ancak İsrail’in kasıtlı olarak reaktörü kapasitesinin olduğundan az gösterdiğine inanılıyor. Tesis UAEA güvencesi altında değil. 1980’de ABD Kongresi için hazırlanan bir rapora göre Dimona reaktörünün 1965’ten itibaren yılda 9-10 kilogram nükleer fisyona uğrayabilir plütonyum üretebildiği tahmin ediliyor.
Ayrıca, 1960’ların sonlarında ABD Deniz Kuvvetleri’ne ait bir reaktör yakıtı üretim tesisinden 300 kilogram silah üretim kalitesinde uranyumun İsrail’e aktarıldığına dair doğrulanmamış raporlar da mevcut.
İsrail’in orta kesimindeki Sorek Nükleer Araştırma Merkezi’nde bulunan küçük bir araştırma reaktörü yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum ile besleniyor. Ancak bu reaktör ve yakıt, tesise özel UAEA güvencesi altında. Bu reaktörü ve yakıtını İsrail’e 1950’lerin sonunda ABD sağlamıştı. Ancak İsrail Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olmadığı için reaktöre yakıt sağlamak üzere daha fazla zenginleştirilmiş uranyumu resmen ithal edemiyor.
Nükleer süreç nasıl başladı?
IRR-2 Aralık 1963’te üretim yapabilir hale geldi. Bu doğrultuda, 1948’deki kuruluşundan yalnızca birkaç yıl sonra nükleer çalışmalara başlayan İsrail’in 1966-67 yıllarında ilk nükleer silahını ürettiği düşünülüyor.
Ancak bu raporlar resmi olarak doğrulanabilmiş değil.
Amerikan U-2 casus uçakları ilk kez 1958 yılında İsrail’in Negev çölünde bulunan Dimona nükleer tesisinin varlığını doğruladı. ABD’nin 1960’larda İsrail’in nükleer tesislerine yönelik denetimleri, denetçilere getirilen kısıtlamalar nedeniyle büyük ölçüde sonuçsuz kaldı.
Gizliliği kaldırılan ABD hükümet belgelerine göre, en geç 1975 yılından bu yana ABD İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğuna ikna olmuş durumda.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Temmuz 1969’da Başkan Richard Nixon’a gönderdiği mesajda, ABD’nin Phantom uçaklarını satın alırken İsrail’in “Yakın Doğu’da nükleer silah geliştirdiğini açıklayan ilk ülke olmayacağını” taahhüt ettiğini açıkça belirtiyor. Bu yıllardan itibaren İsrail’in gizli nükleer programı belgelerde kendisine yer buluyor.
Ancak İsrail’in “nükleer silahları Ortadoğu’ya sokma” ifadesini “test etmedikleri, konuşlandırmadıkları ya da kamuoyuna açıklamadıkları sürece nükleer silahlara sahip olabilecekleri” şeklinde yorumladığı düşünülüyor.
Yani İsrail kamuoyuna açıklamadığı sürece nükleer silah üretimine devam edebilecek ve dikkatleri üzerine çekmeyecekti.
İsrail’in nükleer çalışmalarını ve cephaneliğini kamuoyuna açıklamaması ve bu konuda ciddi bir sansür uygulaması “nükleer belirsizlik” olarak adlandırılıyor.
2003 yılında BBC’ye konuşan dönemin İsrail Başbakanı Şimon Peres, “Nükleer belirsizlik ifadesi bir aldatmaca değil mi?” sorusuna şu yanıtı vermişti:
“Biri sizi öldürmek isterse ve siz de hayatınızı kurtarmak için aldatmaca yaparsanız bu aldatmaca sayılmaz. Düşmanlarımız olmasa aldatmacaya başvurmazdık.”
2011 yılında CNN’e röportaj veren Başbakan Binyamin Netanyahu, “Bizim politikamız Ortadoğu’da nükleer silah geliştirdiğini açıklayan ilk ülke olmamak” ifadelerini kullanmıştı.
Ancak uzmanlara göre İsrail’in, bir başka Ortadoğu ülkesinin nükleer silah üretmesi halinde, kendisinin de nükleer silahlara sahip olduğunu açıklaması mümkün. Bu durumu engellemek için İsrail’in Irak, Suriye ve İran’da nükleer reaktörlere saldırılar düzenlediği biliniyor.
İsrail’in nükleer çalışmalarının tarihçesi
1952: İsrail Atom Enerjisi Komisyonu kuruldu
1955: İsrail, ABD ile sivil nükleer iş birliği anlaşması imzaladı
1957: Fransa, İsrail’e büyük bir ağır su moderatörlü reaktör ve yeniden işleme teknolojisi sağlamayı kabul etti.
1958: Sorek’te ABD tarafından tedarik edilen küçük araştırma reaktörünün inşasına başlandı. Aynı yıl Dimona yakınlarındaki Negev Nükleer Araştırma Merkezi’nin inşaatı gizlice başladı.
1965-66: Negev’deki yeniden işleme tesisi faaliyete geçti.
1966-67: İsrail’in ilk kez bir nükleer bomba üretti.
1979: İsrail-Güney Afrika nükleer silah denemesi yapıldı.
1981: İsrail Irak’ın Osirak reaktörüne bir saldırı düzenledi.
1996: İsrail Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması’nı imzaladı.
2007: İsrail, Suriye’nin El Kibar reaktörüne bir saldırı düzenledi.
İsrail’in kaç nükleer silahı var?
İsrail resmi olarak, nükleer silahlara sahip olduğunu ne doğruluyor ne de yalanlıyor. Ancak elde bulunan bilgiler, İsrail’in yaklaşık 90 nükleer savaş başlığına sahip olduğu yönünde. Bu bombaların plütonyum temelli bombalar olduğu belirtiliyor.
Ayrıca İsrail’in 100 ila 200 bomba için yetecek kadar daha plütonyum ürettiği ifade ediliyor.
İsrail’in silahları konusunda uzmanlar ikiye ayrılmış durumda. Bir grup uzman, İsrail’in tamamen monte edilmiş, kullanılmaya hazır bir nükleer silah stokuna sahip olduğunu savunuyor. Diğerleri ise İsrail’in stoklarda bekleyen ve bir kriz sırasında bir araya getirilmeyi bekleyen, demonte bileşenlere sahip olduğuna inanıyor.
İsrail nükleer silahlarını nasıl kullanabilir?
İsrail’in nükleer silahlarını kara, deniz ve hava yoluyla kullanabileceği belirtiliyor.
İsrail’in sahip olduğu belirtilen nükleer bombaların yaklaşık 30’unun uçaklardan atılmak üzere tasarlanan bombalar olduğuna inanılıyor. İsrail, modernizasyonlar yapılmak suretiyle nükleer bomba taşıyabilen ABD üretimi F-15, F-16 ve F-35 uçaklarını elinde bulunduruyor.
Geriye kalan bombalar ise balistik füzelerle kullanılabilir. İsrail’in “Jericho II” orta menzilli balistik füzeleri mevcut. Yaklaşık 1500 kilometre menzile sahip bu füzelerin mobil rampalarıyla birlikte Kudüs’ün doğusundaki bir askeri üste bulunan mağaralarda konuşlandırıldığına inanılıyor.
Yeni “Jericho III” orta menzilli balistik füzenin menzili ise yaklaşık 4 bin kilometre ancak operasyonel durumu bilinmiyor. İsrail 2013 yılında Jericho III füzesine ait olduğu anlaşılan bir fırlatma denemesi gerçekleştirmişti.
Jericho füze programının tarihi 1960’ların başında Fransız Dassault şirketiyle karadan karaya balistik füze üretmek için yapılan anlaşmaya dayanıyor. 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan sonra Fransa yeni askeri teçhizata ambargo uyguladığı için üretim İsrail’e kaydırıldı.
Jericho II ise Güney Afrika ile birlikte geliştirildi ve 1990’ların başında Jericho I’in yerini aldı. İsrail’in toplam kaç Jericho füzesine sahip olduğu ve kaç tanesinin nükleer kapasiteye sahip olduğu belirsiz. Bu füzelerin bir kısmının nükleer kapasiteli olduğu değerlendiriliyor ve tahminler 24’ten 50 ila 100 gibi miltarlara kadar değişiyor.
Bazı uzmanlara göre İsrail, Dolphin sınıfı denizaltılarından seyir füzesi atabileceğini öne sürüyor, ancak buna dair somut bir kanıt bulunmuyor.
İsrail nükleer silahlarını test etti mi?
Ancak bilinen bir patlayıcı test programının olmaması, bu nükleer silahların etkinliği konusunda şüphelere yol açıyor. İsrail’in silahlarının etkinliğini test etmek için başka ülkelerle birlikte çalıştığına dair iddialar da mevcut.
Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan sonra Fransa İsrail’e ambargo uygulayıncaya kadar İsrail’in bazı testler için Fransa ile birlikte çalışmış olabileceği iddialar arasında.
Ayrıca İsrail’in 1979 yılında Güney Afrika ile birlikte “Vela Olayı” olarak bilinen bir nükleer silah denemesi gerçekleştirdiği de iddia ediliyor. 22 Eylül 1979 tarihinde yaşanan bu olay Güney Afrika ile Antarktika arasında gerçekleşmişti. Hint Okyanusu’ndaki Güney Afrika toprağı Prens Edward Adaları yakınlarında bir çift ışık parlaması meydana gelmiş, bu olay Amerikan Vela Otel uydusu tarafından tespit edilmişti. Günümüzde birçok bağımsız araştırmacı bu parlamanın bir nükleer testten kaynaklandığına inanıyor.
Nükleer programın güncel durumu ne?
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) İsrail’in 2024 yılında nükleer silah sistemlerini modernize etmeye çalıştığını ve İsrail’in güneyindeki üretim tesislerini geliştirdiğini belirtti.
SIPRI, küresel silahlanma ve güvenliğin durumuna ilişkin yıllık raporunda yaptığı değerlendirmede, İsrail’in güneydeki Dimona’da bulunan nükleer reaktörünü de yenileme sürecinde olduğuna dair kanıtlar olduğunu ifade ediyor.
İsrail’in 2022 yılında nükleer cephaneliği için tahmini olarak 1.2 milyar dolar harcadığı belirtiliyor.
2025 yılının Eylül ayında ise tesisin yeni uydu görüntüleri ortaya çıkarıldı. Bu görüntüler tesiste büyük bir yapı inşa edildiğini gösteriyordu. UAEK eski başmüfettişi bu alanın uranyum deposu veya nükleer silah fabrikası olabileceğini söyledi.
Programı kim ifşa etti?
İsrail’in nükleer programı, 1986 yılında ifşa edildikten sonra dünya gündemine oturdu.
Programı ifşa eden Mordechai Vanunu 1952 yılında Fas’ın Marakeş kentinde dünyaya geldi. Ailesi 1963 yılında İsrail’e göç etti. Vanunu 1970’lerde İsrail’in Negev bölgesindeki Dimona Nükleer Araştırma Merkezi’nde teknisyen olarak çalışmaya başladı. Merkezdeki kısıtlı alanlara erişim sağladı ve gizlice fotoğraflar çekti.
1985 yılında, 9 yıllık çalışma hayatının ardından, Vanunu Dimona’daki işini kaybetti. Bunun ardından İsrail’den ayrılarak Asya ve Avustralya’ya seyahat etti. Avustralya’dayken Hıristiyan oldu. Bu dönemde nükleer santrale dair bilgilerini bazı gazetecilerle paylaştı ve ardından bu bilgileri küresel basınla paylaşmaya karar verdi. İlerleyen dönemde, bu ifşaları yapmasında İsrail’in bölgedeki saldırılarına ve Yahudi toplumu içerisindeki ayrımcılığa karşı tepkisinin rol oynadığını belirtecekti.
1986 yılında Londra’ya giderek The Sunday Times’daki gazetecilerle temasa geçti. Vanunu, İsrail’in gizli bir nükleer silah programı geliştirdiğini doğrulayan fotoğraflar ve ifadeler verdi. The Sunday Times bu bilgileri uzmanlarla doğruladı ve büyük bir haber hazırladı. Vanunu, sıkı güvenliğe rağmen tesise bir kamera sokabildiğini ve 60’tan fazla fotoğraf çekebildiğini dile getirdi.
Haber neticesinde İsrail’in nükleer cephaneliğinin daha önce tahmin edilenin 10 katı olduğu ve 100 ila 200 silahın bulunduğu belirtildi. Vanunu’nun Dimona’da çektiği fotoğrafları ve kanıtlarının dökümünü inceleyen nükleer fizikçi Theodore Taylor “İsrail’in en az on yıldır tam teşekküllü bir nükleer devlet olduğu konusunda artık hiçbir şüphe kalmamalıdır. İsrail’in nükleer silah programı, benim bildiğim daha önceki raporlarda ya da varsayımlarda belirtilenden çok daha ileri düzeyde.” ifadelerini kullandı.
Taylor, İsrail’in silahlarının Rusya, ABD, İngiltere, Fransa ve Çin tarafından geliştirilen ilk silah türlerinden çok daha küçük, hafif ve verimli olduğunu vurguladı.
Ancak haber yayınlanmadan önce İsrail istihbarat teşkilatı Mossad bir tuzak kurmuştu. Bir kadın ajan Vanunu’yu Eylül 1986’da Roma’ya birlikte tatile gitmeye ikna etti. Burada yakalanan Vanunu gizlice İsrail’e götürüldü.
Vanunu 1986’dan 1988’e kadar vatana ihanet ve casusluk suçlamalarıyla gizlice yargılandı. Suçlu bulunarak 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bu sürenin 11 yıldan fazlasını hücre hapsinde geçirdi. Nisan 2004’te Vanunu cezasının tamamını çektikten sonra serbest bırakıldı. Ancak İsrail hükümeti Vanunu’ya sıkı şartlar koydu: Ülkeyi terk edemeyecek, yabancılarla izinsiz görüşemeyecek, interneti ve telefonları özgürce kullanamayacaktı.
Vanunu ilerleyen yıllarda defalarca yeniden gözaltına alındı. Vanunu halihazırda Kudüs’te yaşıyor ve kendisine yönelik kısıtlamalar halen devam ediyor. Vanunu İsrail toplumunun büyük bölümü tarafından “hain”, ancak küçük bir bölüm İsrailli onu “kahraman” olarak nitelendiriyor.
Kaynak: Mepa News