“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme”

وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لًا ﴿٣٦﴾
36- Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.
“Bilmediğin şeyin ardına düşme” ayetinin anlamı çok geniştir. Hem bireysel hem de toplumsal hayatta kişinin “bilgi” yerine tahmin ve zanna uymamasını gerektirir. Bu emir, İslâm hayatının ahlâkî, hukukî, siyasî ve idarî tüm yönlerini kapsar. Bu emir, toplumun insan hayatında “bilgi” yerine “tahmine” uymanın ortaya çıkardığı bir çok meseleden korur. İslâm ahlâkı şunları gerektirir: Şüpheden kaçın ve araştırmaksızın hiç bir birey veya grubu suçlama! Kanunda, hiç kimsenin aleyhinde yeterli araştırma yapılmaksızın işlem yürütülemeyeceği şeklinde genel bir ilke vardır. Çünkü bu emir, müminlere sadece Allah ve Peygamberi tarafından öğretilen “bilgi”ye dayanan şeyleri kabul etmeleri gerektiğini bildirmektedir.
TEFHİMUL KURAN
Allah Teala bu âyet-i kerimede, insanın, kesin olarak bilmediği, işitmediği ve görmediği şeyler hakkında herhangibir karara varmasını yasaklıyor. Aksi takdirde hesap vereceğini beyan ediyor.
İşte bu kısa cümleler akıl ve kalp için mükemmel bir yol göstermektedir. Bu yol insanlığın yeni yeni ulaşabildiği bilimsel metodu da kapsamaktadır.
Bir haber, bir olay ve bir hareket hakkında kesin hüküm vermeden önce ciddi bir araştırma yapılması Kur’an-ı Kerim’in çağrısı gereğidir ve İslâmın hassas metodunun gereğidir. Kalp ve akıl bu yol üzere hareket ettiğinde artık inanç dünyasında kuruntulara ve saçmalıklara meydan verilmez.
Modern çağda insanların bilime kazandırmış olduğu saygınlık ve güven, Kur’an’ın kendisine bağlanılmasını istediği akli ve kalbi saygınlık ve güveninin bir parçasından başka bir şey değildir. Kur’an bu akıl ve kalbe verdiği güven ile, insanı kulağından, gözlerinden ve kalbinden kulağı, gözü ve kalbi veren Allah’a karşı sorumlu tutar.
“Bilmediğin şeyin ardına düşme.”
Kesin bir şekilde bilmediğin ve sağlıklı olduğunu kesin tesbit etmediğin şeylerin ardına düşme. Bu söylenen bir söz, aktarılan bir haber, yorumlanan bir olay, sebepleri belirlenen bir realite şer’i bir hüküm veya inançla ilgili bir mesele olabilir.
Bir hadiste buyuruluyor ki:
“Zan ile hüküm vermekten sakınınız. Zira zan’da bulunmak sözlerin en yalanıdır.”
Ebu Davud’un Sünen’inde yeralan bir hadiste ise,
“Yalanların en kötüsü kişinin gözleriyle görmediğini onlara gördürmesidir.”
İşte bu şekilde ayetler ve hadisler bu eksiksiz mütekamil metodu yerleştirmek üzere yoğunlaşmaktadırlar. Bu eşsiz metod aklı tek başına hükümlerini belirlemede araştırmalarını sağlamlaştırmada ölçü olarak almaz. Aklın yanında kalbin düşüncelerini, direktiflerini, duygularını ve hükümlerini de değerlendirir. Olayın bütün birimleri ve bütün sonuçları kesin biçimde ortaya çıkarılıp sağlıklı sonuca varılmasını engelleyen her türlü kuşku ve tereddüt ortadan kaldırılmadan önce dil, tekbir söz söylemez. Tekbir olay aktarmaz. Tekbir rivayet nakletmez. Akıl hiçbir konuda, hüküm vermez ve insan hiçbir işte kesin çözüme kavuşmaz.
“Bu Kur’an en doğru yola iletir.”
FİZİLALİL KUR’AN