General Kaani’den Hizbullah Açıklaması

İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı, Hizbullah’ın silahsızlandırılması talebinin, Siyonist rejimin askerî operasyonlardaki yetersizliğinin bir sonucu olduğunu; çünkü İsrail, Hizbullah’ı askerî yolla silahsızlandırabilseydi, ateşkes talep etmeyeceğini söyledi.

Tümgeneral İsmail Kaani, bugün Kanal 1’in “Ham-Ehde” adlı televizyon programında Seyyid Hasan Nasrallah ve Seyyid Haşim Safiyüddin’in şehadet yıldönümü vesilesiyle yapılan yayında şunları söyledi: Direniş kahramanı Şehid Seyyid Hasan Nasrallah ile onun sadık kardeşi, mücahid yoldaşı Seyyid Haşim Safiyüddin’in şehadetinin üzerinden bir yıl geçti.

Kaani sözlerine şunu ekledi: Bu yılı sıradan gözle değerlendirirsek inişli-çıkışlı, hüzünlü ve hasret dolu bir yıl olarak görürüz; ancak daha derin bir bakışla bu yılın aslında Hizbullah’ın güç gösterdiği altın dönemlerden biri olduğunu anlarız.

Geçen yıl ortaya çıkan yeni model: Hizbullah’ın inisiyatif ve meydan okuması

Kudüs Gücü komutanı devamla şunları söyledi: Önceden Hizbullah daha çok kendisine dayatılan savaşlarda gösterdiği güçlü duruşla tanınırdı; bu da direnmenin onurlu bir parçasıdır. Fakat geçen yıl farklı bir model çıktı ortaya daha önce görülmemiş bir biçimde Hizbullah’ın sahada inisiyatif aldığı, öne çıktığı ve aktif rol oynadığı bir model sergilendi.

Kaani, Hizbullah’ın, baskı, yaptırımlar, tehditler ve sıkışıklıkların en yoğun olduğu bir dönemde liderini kaybettiğini; buna rağmen geri çekilmediğini, tam tersine kararlılıkla ve cesaretle tarihin en önemli muharebelerinden birine girdiğini söyledi. Bu mücadelenin yalnızca askerî bir tercih değil, aynı zamanda İslam, mazlum milletler ve Mukaddes Kudüs’ün savunulması gibi bir dini/vazifî sorumluluk olduğunu vurguladı.

Komutan, bu harekâtın başlangıcının Şehid Nasrallah’ın hikmet ve basiretinin bir sonucu olduğunu, Hizbullah’ın da aynı sadakat ruhuyla Filistin direnişini güçlü biçimde desteklediğini belirtti. Yerleşimci halka yönelik hedefli ardışık operasyonların direnişin İsrail’in suçlarına verdiği yanıtın yalnızca bir parçası olduğunu; şehitlerin fiziken yokluğunun yolun sonu olmadığını, aksine kanlarının cepheyi daha canlı ve kararlı kıldığını ifade etti.

7 Ekim operasyonu ve yaşananlar

Kaani, “Tufan-ı Aksa” operasyonunun başlama biçimi ve ilk günlerdeki koordinasyonları tasvir etti: 7 Ekim öğleden sonra Lübnan’a geldiğini, Şehid Nasrallah ile olayı ve yapılacakları konuştuğunu; Nasrallah’ın sabahın ilk saatlerinden itibaren olayı dini-vazifî bir mesele olarak değerlendirdiğini söyledi. Ne kendilerinin ne Nasrallah’ın ne de Hamas’ın önde gelenlerinin operasyonun ayrıntılarından önceden haberdar olmadıklarını belirtti.

Kaani, operasyonun sürpriz yönünün ve titiz planlamasının Gazze komutanlarının kudret ve dirayetinin işareti olduğunu söyledi; örneğin operasyondan önce Haniye’nin Irak seyahatine çıktığı fakat haber ulaşınca geri döndüğü anekdotunu aktardı. Bu şaşırtıcı, iyi planlanmış niteliklerin operasyonun hassasiyetini gösterdiğini kaydetti.

Kaani, Nasrallah’ın operasyonun başlama zamanını “ertesi gece” olarak gördüğünü, pazar günleri Lübnan’da güneye gidiş‐gelişlerin yoğun olduğunu, bu yüzden başlangıcın geceye alınmasının daha uygun olacağını öngördüğünü; bunun vakıa olarak tedbirli, hikmetli bir tercih olduğunu belirtti.

Siyonist rejimin tutumu ve komutan katliamları

Komutan, Nasrallah’ın düşmanı iyi tanıdığını, dürüstçe konuştuğunu ve “sözünün ağırlığı” ile tanındığını söyledi. Ancak rejim daha sonra geleneksel askerî denklemden koparak komutanları hedef almaya; (pager?) olayı gibi saldırılarla binlerce zayiat veren eylemlere yöneldiğini aktardı. Kaani, kendisinin Lübnan’a gittikten sonra Nasrallah’ın bu zor durum karşısında ne kadar dirençli durduğunu gördüğünü belirtti.

Kaani ayrıca Nasrallah’ın sözlerinden örnek vererek, toplumun İmam Hüseyni misali duruşunun bu tür acıları katlanılır kıldığını; yaralıların “Ebu’l-Fezıl veya Hüseyni” olarak addedildiğini, bu ruhun örgütü ve toplumu ayakta tuttuğunu söyledi.

66 günlük muharebe değerlendirmesi ve direnişin başarısı

Kaani, “Aksa Tufanı”nın başlangıcından bu yana geçen bir yılda ve özellikle 66 günlük çatışmada yaşananlara dair değerlendirmesinde: Şehid Nasrallah’ın şehadeti ve üst düzey komutan kayıpları sonrası Hizbullah’ın karşı karşıya kaldığı durumun olağanüstü olduğunu; bazı kademelerde iki katmanlı yöneticilerin şehit olduğunu söyledi. Bu şartlarda İsrail’in Hizbullah’a karşı en zorlu savaşını başlattığını, buna rağmen Hizbullah’ın tarihte eşsiz bir direniş sergilediğini belirtti.

Kaani, düşmanın hemen her türlü askerî imkânı kullandığını, uluslararası destek aldığını; basında sıklıkla Hizbullah’ın zayıfladığı algısı pompalandığını, hatta içeriden de buna inananlar olduğuna dikkat çekti. Ancak derin bakıldığında 66 günlük savaşta Hizbullah’ın övünülecek bir başarı kaydettiğini söyledi.

Komutan, düşmanın ateş gücünün olağanüstü yoğun olduğunu; ilerleme esnasında bile düşman ateşinin tam kesilmediğini, insansız hava araçlarıyla sürekli hedefleme yapıldığını, kimi durumlarda düşman atışının tarihimizdeki büyük çatışmalardan bile daha şiddetli olduğunu aktardı. Mühim bir nokta olarak, 2006’daki savaşa kıyasla atış ile isabet arasındaki mesafenin saniyelere indiğini, önceki yedi dakikalık gecikmelerin şimdi çok kısaldığını belirtti.

Kaani, ayrıca düşmanın Güney Lübnan’ı boşaltmaya zorladığını, sivil hedeflere ve hatta yardım ekiplerine, gazetecilere ve hastanelere yönelik saldırıların olduğunu söyledi.

Buna rağmen Hizbullah’ı ayakta tutan etmenlerin planlı operasyonel yapı, küçük kendine yeter birimlerin görev tanımları, bağımsız hareket yeteneği ve yerel komuta sorumlulukları olduğunu anlattı. Bu düzen sayesinde lojistik sınırlılıklara karşın 66 gün boyunca direnildiğini söyledi.

Cephede elde edilen direnişî başarı ölçütleri

Kaani, cephe hattının uzunluğunu ve düşmanın ilerleyişini ölçtüklerinde, İsrail’in toplamda ancak yaklaşık 2 kilometre civarında ilerleyebildiğini; kimi noktaların sadece 100–200 metre ilerleme gördüğünü, en fazla sızmanın yaklaşık 4 kilometre olduğunu belirtti. Daha zayıf bir gücün, kendisini bölgenin en güçlü ordusu sayan bir orduya karşı böyle direnmesi, Hizbullah’ın parlak bir siciline işaret eder dedi ve başka bir gücün bunu başaramayacağını vurguladı.

Rejim ateşkes talep etti

Kaani şunu ifade etti: Hizbullah güçleri hem psikolojik hem de askerî baskıya rağmen direnişlerini sürdürdü. Medyada çatışmanın gerçek boyutu yeterince yansıtılmıyor; oysa rejim ateşkes talep etti çünkü eğer savaşa devam edecek kapasiteye sahip olsaydı, bölgeyi kontrol altına almak için mücadeleye devam ederdi. Hizbullah’ın hem defansif hem de geniş kapsamlı taarruz operasyonları bu süreçte yoğunlaştı.

Savaşın ilk gününden itibaren rejim yalnızca askeri tedbirler almakla kalmayıp yoğun bir psikolojik harekât da yürüttü; amaç, savaşçıların moralini kırmaktı sivil hedeflere yapılan bombardımanlar ve sivil kayıplar bunun parçasıydı.

Buna rağmen Hizbullah, imanı, maneviyatı ve Şehid Seyyid Hasan Nasrallah’ın oluşturduğu altyapıya dayanarak en şiddetli baskılar altında dahi direnip ayakta kaldı.

Direnişin askeri hamleleri ve kazanımları

Kaani, savaşın ilk haftasından itibaren uzmanların Hizbullah’ın baskıya karşı giderek güçlendiğini görebileceğini söyledi. İHA’lar ve füzelerle hassas hedeflerin vurulması, raporlarda yeterince vurgulanmadı; ateşkes talebinden iki gün önce Hizbullah’ın 350’den fazla farklı çapta füze fırlattığı ve bunların arasında askerî yemekhaneye, Hayfa’ya ve hatta Netanyahu’nun evine yapılan saldırıların bulunduğu belirtildi.

Bu gösteriler, güç ve moral bakımından benzersiz bir kapasiteyi ortaya koydu; kökeninde ise maneviyat, fedakârlık ruhu ve detaylı planlama vardı. Zorlukların en yoğun olduğu anlarda Hizbullah hem direnç hem de güç sergiledi 66 günlük savaş çağımızın en zorlu muharebelerinden biri sayıldı.

Uluslararası desteğin yetersizliği ve iç dinamikler

Kaani, ABD ve küresel toplumun verdiği sözleri yerine getirmediğini, bağlı kalınmayan taahhütlerin bulunduğunu belirtti. İç siyasi meselelerin de bölgesel süreç üzerinde ayrı etkileri oldu.

Savaş sonrası dönemde Güvenlik Konseyi’nden yeni bir karar çıkmadığını; sadece 33 günlük savaş dönemine ait 1701 sayılı kararın hatırlatıldığını söyledi.

Hizbullah’ın soğukkanlı, tedbirli sabrı ve hesaplı direnişi tırmanmayı önledi; bu sabrın hikmetli ve sonuç verici olacağını ifade etti. Bazı rejim yetkililerinin savaşın ortasında Hizbullah’ın yok olacağını iddia ettiğini ancak sahadan gelen sonucun bunun aksini gösterdiğini vurguladı.

Şehid Safiyüddin’in rolü

Kaani, şehid Seyyid Haşim Safiyüddin’in kuruluş döneminden beri Nasrallah’ın yanında bulunan, partinin sivil, kültürel ve toplumsal işlerinin büyük bölümünü gözeten değerli bir şahsiyet olduğunu anlattı. Safiyüddin’in, özellikle ekonomik baskıların ağır olduğu yıllarda halkın ihtiyaçlarına yönelik yardım ve organizasyonlarda kilit rol oynadığı; şehadet sonrası partinin yönetimini ayakta tutmada etkin bir rol üstlendiği belirtildi.

Onun güçlü yöneticiliği ve sarsılmaz duruşu, partinin belkemiğini korudu ve yeni atamalarla zorlu dönemleri atlatmasını sağladı.

Baskı sonrası yükseliş

Kaani, yoğun baskılar ve zorluklara rağmen Hizbullah’ın kısa sürede güçlenip kendini ispatladığını; bu yükselişin hem düşman hem de bölge ve uluslararası gözlemciler tarafından görüldüğünü söyledi. Bu performans, örgütün karşılaşılan sıkıntılarla sarsılamayacak kadar güçlü olduğunu kanıtladı.

Strateji ve nihai bakış

Komutan, sahadaki taktiklerin arkasında daha geniş bir strateji bulunduğunu, bazen vuruş yapıldığını bazen darbe alındığını, fakat nihai hedefin zafer olduğunu ifade etti. 12 günlük savaşın neticesinin lehlerine olduğunu; dünya kamuoyunun rejimin gerçek yüzünü gördüğünü ve Filistin’e küresel destek gösterilerinin arttığını belirtti.

Serdar Kaani sözlerini, direnişin zamanla daha güçlü ve donanımlı hale geldiğine; baskı ve kayıpların direnişi zayıflatmayıp aksine onu olgunlaştırdığına dair gözlemle tamamladı.

Direniş zamanla daha güçlü ve donanımlı oluyor

Kudüs Gücü Komutanı dedi ki: Direnişin stratejisi zaferdir ve biz kazanmaya devam edeceğiz; bu strateji İsrail ve Amerika’nın belini kıracaktır.

Siyonist rejim, füzelerini ve uçaklarını artırarak direnişi yok edemez; çünkü direniş bir kılıç gibidir ne kadar çok aşınırsa, o kadar keskinleşir.

Yemen’deki sekiz yıllık tecrübe gösterdi ki direniş zamanla daha güçlü ve daha donanımlı hale gelebilir. Zarar görmek yenilgi anlamına gelmez; direniş cephesi her baskıyla daha da güçlenir.

Bugün Hamas ve diğer Filistin direniş unsurları daha güçlü füzelere sahip; rejimin sınırlamalarına ve kayıplarına rağmen düşmanın amaçları gerçekleşmedi ve direniş her zamankinden daha güçlü kaldı.

Serdar Kaani: Savaşın maliyeti var ama direnişin dayanma gücü daha fazla

Savaş doğası gereği zayiat ve sıkıntılar getirir, ancak alandaki iki kültür ve ruh arasındaki karşılaşma en belirgin farkları ortaya koyar.

Direniş cephesi zayiat verse de özellikleri nedeniyle karşı tarafın dayanma gücünden daha fazla direnir.

Operasyon sahasında zayiatlar doğal kabul edilir; fakat stratejik açıdan hak ile batılın galibiyeti dünya çapında giderek daha görünür oluyor.

Bunun kanıtı, farklı ülkelerde Filistin’e destek için toplanan milyonluk gösterilerdir; bu ülkelerin tarihindeki en büyük mitinglerden bazılarıdır.

Bu eğilim, dünyada hak ile batılın ayrışmasının netleştiğini gösterir ve (şii inancına göre) Hazreti Mehdî’nin (a.c.) zuhurunun zeminini hazırlayacaktır.

Lübnan toplumu ve ordu, Hizbullah’ın varlığını güvenliğin teminatı olarak görüyor

Hizbullah’ın gücünün bir yönü, merhum Ağa Seyyid’in ardından istikrarı sağlayan liderlikte örneğin Şeyh Naim gibi değerli şahsiyetlerde tecelli etmiştir.

Onun yönetimdeki metaneti ve düşmanla yüzleşmedeki dirayeti, özellikle ABD ve Siyonist baskılarına karşı belirgin şekilde ortaya çıkmıştır.

Hizbullah Genel Sekreteri’nin konumu Şiiler ve Lübnan toplumunda giderek daha da sağlamlaşmakta; bu da örgütün komuta merkezinin korunmasını sağlamaktadır.

Lübnan halkı ve yetkililer, özellikle ordu, Hizbullah’ın varlığını ülke güvenliğinin teminatı olarak görmüşlerdir; yokluğunda hiçbir kurumun güvenliği sağlayamayacağı kanaati yaygındır. Bu algı, Lübnan ordusunun Hizbullah’a gösterdiği makul desteğe yol açmıştır.

Şeyh Naim Kasım’ın yönetimi ve Hizbullah sorumlularının çabaları sayesinde örgütün tabanı mirası korumakta ve Hizbullah’ın Lübnan’dan gitmeyeceği açıkça gösterilmiştir.

Şehid Süleymani’nin direnişteki rolü

Hizbullah, Lübnan’daki Şii toplumun geniş desteğinin yanı sıra birçok Hristiyan ve Sünni tarafından da bir nimet olarak görülüyor ve korunması için çaba harcanıyor.

Bu başarılar, özellikle merhum liderler—Seyyid Hasan ve Seyyid Haşim—tarafından bırakılan değerli mirastır ve inşallah bu kuvvet korunacaktır.

Sahadaki gerçek kazananlar, Hizbullah’ın yanında duranlardır; kaybedenler ise ona karşı hareket edenler, başta Siyonist rejim ve müttefikleri olacaktır.

Süleymani’nin şehadetinden sonra Kudüs Gücü komutanlığı sorumluluğunu devraldığımda, ilk görüşmemizde Süleymani’nin Hizbullah ile olan derin dostluğu ve direnişe yaptığı katkılardan konuştuk.

Bu iki büyük insan arasındaki samimiyet, hem derin bir muhabbet hem de direniş meselelerine ciddi bir bağlılık içeriyordu. Şehid Süleymani’nin direnişin başarısındaki payı inkâr edilemez.

Başa dön tuşu